gülümsemeyi severim

ceolar ve anahtarlar

Ankara Marka Festivali toplantısının beni etkileyen konuşmacılara ceo lar ile başlıyorum. büyük şirketlerin, holdinglerin en tepesinde olan adamlar bu yola nasıl başlamış, neleri anahtar edinmiş kendilerine... 

birinci günün açılış konuşmalarından sonra ilk oturumu Ahmet Çalık'a aitti. konuşmasının başlığı "Nasıl Yaptım? Ne Yapmalı? Bir Girişimcinin Hatıra Defteri" konuşmasına ilk girişiminden bahsederek başladı, 1980 li yıllarda blıuejean kumaşının ülkemize sadece tek bir fabrikadan sağlandığını, bir bluejeane sahip olmanın ne kadar havalı olduğunu anlattı. ve demiş ki kendi kendine yetmiyorsa bir fabrika tüm ihtiyacı karşılamaya ben de kurayım kendi fabrikamı, ihtiyacı analiz etmiş, ihtiyacı karşılamak üzere hareket etmiş. ilk fabrikasını kendi memleketi olan Malatya'da kurmuş, ki bu da çok güzel bir vefa örneği bence... aslını unutmamak, yolda ilerlerken yolun başında seninle olanları arkada bırakmamak,doğduğu topraklara bir katma değer yaratmak... fabrikayı açarken kendisine hedef koymuş, 10 sene içerisinde ülkenin en büyük denim fabrikası olacak burası demiş,söylediği zamanda olamamış, 15 yıl sonra hedefine ulaşmış... Çalık, denim fabrikasının hikayesini Edison'a ait olduğu belirttiği bir söz ile bitirdi. "önce dünyanın neye ihtiyacı olduğunu düşündüm, sonra icat ettim" ilk fabrikadan bugün altı farklı sektörde hizmet veren bir holdinge nasıl dönüştüğünü detaylandırmadı aslında benim en merak ettiğim konulardan biriydi, birbirinden bağımsız farklı sektörlerde yer alma kararı ve kusursuz işleyişi sağlama süreci... konuşmasını başarının tek yolunun olduğunu ve bu sihirli formülünde "çalışmak, çalışmak, çalışmak" olduğunu diyerek bitirdi. benim için bu konuşmanın anahtar kelimesi " çalışmak" 



ikinci oturum yine bir ceo ya aitti, ben holding de, konuşmacının da ismi ilk kez duydum, o kadar içten ve özel bir konuşma yaptı ki, sanırım bir daha da ismini unutmam. SBK Holding in Yönetim Kurulu Başkanı Sezgin Baran Korkmaz'ın konuşma başlığı "Fırsatı Faydaya Çevirme Sanatı: Krize Röveşata" konuşmasına beni çok etkileyen cümlesi ile başladı. evimizde televizyon yoktu, komşular eve misafirliğe gelince beni ortaya çıkartırlardı, hayallerimi anlatırlardı. benim için çocukluğunda ayakkabı boyacılığı dahil olmak üzere çeşitli bir çok işte okul harçlığını çıkarmak için çalışmış olan adamın, bugün holding sahibi olmasının sırrıydı bu cümle ve sihirli kelimesiydi "hayal gücü"  yeni bir iş yeri açma konusunda da bir anahtar verdi ve dedi ki, yeni bir açmayın, sıfırdan bir yer kurmayın o sektöre ilk kez girdiğinizde, batmaya yakın, stresli bir yer bulun, olduğu gibi alın, bırakın masaları istediğiniz renk olmasın, dekoru o kadar da afilli olmasın, siz bakın iş yapabiliyor musunuz? iş yapabilirseniz hepsini istediğiniz gibi zamanla yaparsınız eğer iş yapamazsanız sıfırdan bir yer kurmaktan daha az batarsınız, zaten batık bir yer aldğınız için... ilk başta bu cümle sanki hayallerini anlatan adam ile çelişiyor gibi gelmişti, düşününce hayallerin,işleyen ve para kazandıran bir işyeri olmasının olduğunu çok süslü ve işlemeyen bir iş yeri olmadığını anladım :) konuşmasını ben zengin bir ailede doğmaktansa şanslı bir insan olmayı daha önemli sayıyorum diyerek bitirdi. benim için bu konuşmanın anahtar kelimesi "hayal gücü"



otuz üçüncü oturum ise Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın'a aitti. konuşmasının konu başlığı " Girişimcilik ve İnovasyon: Akfen'in Başarı Hikayesi" benim için en değerli konuşmacılardan biriydi çünkü Ankara vardı hamurunda.. konuşmasına Rüzgarlı Sokağın ürünleriyiz biz diye başladı, ticarete sokakta küçük bir atölyede yanında bir çalışan ile başladığını, ilk para kazandığı işin Emek Camiisinin kazan olduğunu anlattı. rakiplere fark yaratmakta küçük detayların çok önemli olduğunu önemli bir ihaleyi, rakip firma ile aynı ücreti vermelerine rağmen sadece 10 gün önce iş bitirme taahhütü ile kazandığını anlattı... ne de olsa 3 yıl 9 ay yerine 3 yıl 8 ay 20 gün daha tercih edilebilir bir tekliftir... şirketlerin aile şirketi olmaktan çıkması gerektiğini, şirketlerin yüz yıllık olmayı hedeflemesi gerektiğini belirtti. konuşmasında kimsenin süperman olmadığına, zamanı geldiğinde şirketler büyüdüğünde işleri profesyonellere bırakılması gerektiğinin önemle altını çizdi. alınacak çayın markasına karışan patronların işi gerçekten zor.. tüm ünvanların devredilebilir olmasını gerektiğini söyledi ve özellikle şirketin sahibi, çalışanların sahibi gibi kavramların çoook eskilerde kaldığını özellikle belirtti. Türkiye'de başarısız olmanın ahlaki bir sorun haline geldiği ancak Amerika'da ise her başarısızlığın sadece bir deneyimin olarak değerlendirildiğini söyledi.şansının da şansızlığın da sürekli olmadığını, süreli olarak insan hayatına uğradığını ve önemli olan fırsatlar ayağımıza kadar geldiğinde bahane üretmeden, üşenmeden, kaçmadan o fırsatı değerlendirmek gerektiğini söyledi. konuşmasını, herkesin kendi potansiyelini ortaya çıkarmaktan sorumlu olduğunu söyleyerek bitirdi. benim için bu konuşmanın anahtar kelimesi kendi potansiyelini ortaya çıkarmak, kendine şekil vermek olan "self-made" 


bana ilham veren konuşmacıları, anlattıklarını yazmaya devam... umarım size de yapmak istediklerinizi yapmak, harekete geçmek için ilham verir...

yazılarımı beğeniyorsanız, lütfen izleyiciler kısmndan kayıt olun, iletişimimiz sürekli olsun.

ben herkes mutlu olsun isterim.

öptüm,bye... 



ankara ve marka

haftaya güzel başladım, işin doğrusu güzel başlamak için çok çabaladım, işlerimi pazar gecesi saat üç civarında bitirdikten sonra artık hazırdım haftanın başlamasına... yoğun çalışmamın nedeni, hafta başında başlayacak olan (7 Aralık-9 Aralık) ve ilk kez düzenlenen Ankara Marka Festivali'ne katılmaktı...

hep derler ya, Ankara'da yapılacak hiçbir şey yok, gidecek hiçbir yer yok, konser yok, etkinlik yok... bu cümleleri kuranlara hep karşılık olarak ama bu var, bu da var dedim bugüne kadar, aslında blogumu açma amacım şehirde ne yapılır, nelere gidilir konusunda yardımcı olmaktı ancak işin içine yaşam detaylarım da girince, asıl amacımdan birazcık uzaklaşmışım. blogum kendi yolunu çizmiş, kendi tarzını oluşturmuş. ancak ben bugün şunu anladım, o yapılacak hiçbir şey yok diyen insanlar, aslında var olan şeyleri pek de beğenmeyenlermiş, cümlelerin devamını hep ama bağlacı ile tamamlamayı sevenlermiş meğerse... benim katıldığım ve çok beğendiğim güzel konuşmacıların geldiği, güzel organize edilmiş, konserinden yemeğine kadar her ayrıntısının düşünüldüğü etkinlik için de bir sürü şey söylendi, söyleniyor, söylenecek orada, burada o kanalda, bu kanalda...ben bu etkinliğin devam etmesini, gelecek seferlere daha da güzel olmasını diliyorum. ve bunu yapıcı eleştirilerle, önerilerle hep beraber yapabileceğimize, çorbada azcık bir baharatımızın olabileceğine inanıyorum. 

özetle ben bu sene ilk kez düzenlenen "Ankara Marka Festivali" toplantısını ben çok beğendim, şehrimde ilham verici, deneyimlerin aktarıldığı böyle güzel bir etkinlik olduğu ve katılabildiğim için çok mutluyum. düzenleyen, emeği geçen, konuşmacı olarak katılan herkese teşekkür ederim. dilerim devamı gelir, ufuk açıcı böyle etkinlikler daha sık olur, öğrenmek isteyen herkes katılır, anlayan anladığını alır.


önümüzdeki günlerde katıldığım oturumlardan bende iz bırakan konuşmacıların, anlatıklarını kısa kısa yazmayı planlıyorum, belki fırsat bulup gelemeyen veya başka şehirde olan  ve blogumu okuyan (sonuna kadar okuyanlar, en değerli olan sizsiniz) birilerine de ben yardımcı olurum. çünkü bilgi paylaşmak içindir. minik bir ipucu veriyorum, kimlerin konuşmalarını paylaşacağıma dair..

-Ahmet Çalık- Çalık Holding Yönetim Kurulu Başkanı
-Sezgin Baran Korkmaz-SBK Holding Yönetim Kurulu Başkanı
-Hamdi Akın- Akfen Holding Yöentim Kurulu Başkanı
-Defacto ve Buse Terim
-Cüneyt Asan -Günaydın Et Restoranlar Kurucusu ve Yönetici Ortağı
-Serdar Kuzuloğlu- Gazeteci
-Nil Karaibrahimgil
ve beni en çok etkileyen konuşması ile Nihat Odabaşı

bana ilham verenler size de ilham olsun,

ben herkes mutlu olsun isterim.

öptüm,bye

kahve ve çekirdek

ben bugün kahve hakkında hiçbir şey bilmediğimi öğrendim...

kahve konusunda klasik bir yaklaşımım vardı, kahvelerden türk kahvesini severdim, ünlü zincir olan hazır kahveciye sadece yılbaşı zamanı çıkan yeni fincanlara bakmak için girer ve koşarak çıkmayı tercih ederdim. geçmiş zamanlı yazıyorum çünkü bu hafta kahvenin tarihçesini, son zamanlarda popülerliğini, akımlarını, zamanlarını öğrendim "Petra" kahvenin  kahve tadımı etkinliğine katıldım.




bu kahve olayında nesiller varmış. tarihi çağlar gibi, eski çağ, yeni çağ gibi ama farklı olarak çağlar kapanmıyor, iç içe geçiyor, eski çağa da ulaşabilir, yeni çağdan da faydalanabiliriz.bu benzetme kesinlikle bana ait,umarım doğru olmuştur :)

birinci nesil, her zaman her yerde ulaşabilecek örnek olarak amerikan filmlerinde sıklıkla yer alan büyük lokantalarında servis edilen kahve bu neslin bir örneği... iki nesil kahve ise ünlü kahve zincirlerinin ortaya çıkması, üçüncü nesil ise, şu an yeni açılan bir çok kahve dükkanı temsil ediyor. kahve çekirdeklerinin nasıl üretildiğinin bilindiği, kavrulması ile ilgili detaylara hakim olunduğu örnek. ve Petra nın kendini konumlandırdığı daha çok bilgiye sahip olunan, kahve çekirdeğinin, hangi ülkenin, hangi çiftliğinden geldiğinin bilindiği, deneysel detaylara hakim olunduğu, kaynar suyun derecesine göre kahve ile buluşma saatinin ayarlanması gibi... 



ben öğrendiklerimi, aklımda kalanları minik notlar halinde yazayım, belki benim gibi kahvenin yeni dünyasını bilmeyen birilerine yardımcı olur...


  • kahve çekirdekleri üçe ayrılıyormuş, robusta (diğer çekirdeklere göre 5 kat daha fazla kafeinin bulunduğu, küçük aile), arabica ( en yayğın çekirdek ailesi) ve liberika kahve çekirdeği,
  • bu kahve soğuk diye gönderilen kahvelerin yanlış olduğunu, kahvenin aromasının  soğudukça ortaya çıktığını,
  •  kahve çekirdeği şampiyonalarının olduğunu,
  • kahve çekirdeği parçacıkların eşit oranda öğütülmesinin önemli olduğunu,
  • kahvenin ne kadar çok kavrulursa o kadar yağlı olacağını,
  • petrolden sonra en çok alım satım görenin kahve çekirdeği olduğunu,
  • kahve çekirdeğinin içinde yaklaşık 2000 bileşen olduğunu,
  • kahve çekirdeğinin ne kadar uzun işlenirse o kadar değerli olduğunu öğrendim... 



kahve tadımı çok adımlı bir işlemmiş, çekirdek halinde olan kahveler çekildikten sonra, ilk olarak üzerine su eklenmeden çekilmiş olan kahveleri kokladık ardından su eklemesi ile on dakika bekledik ve aromasını daha iyi almak için kaşıkla karıştırarak tekrar kokladık, sonunda :) kahveleri tatmaya başladık... dedeler kahveler içerken höpürdetir ve anneanneler hep yapma öyle der ya, aslında dedeler en doğrusu yaparmış... kahvenin aromasını almak için  höpürdeterek içmek, tadının ağızda spreylenmesini  ve tadın daha iyi alınmasını sağlıyormuş... bundan sonra yaşasın höpürdetmek :)

anladığım kadar  degüstatörlerin yerini kahve tadımcıları alacak ve yeni şarap belki de kahve olacak...

bu etkinliğe ev sahipliğini de Kraz Cafe yaptı... Çayyolu tarafında tatlı bir kahve dükkanı, iki katlı, dekorunda bolca bisiklet ve pervane detaylarına yer verilmiş... sakinlik hissi veren bir yer olmuş, öğrenciler için kütüphaneye gitmek yerine güzel bir kahve eşliğinde rahatça çalışılır burada, veya benim en sevdiğim etkinlik olan ev dışında kitap okumak için de uygun bir yer... 




kahve üzerine olan bunca bilgiden sonra, bir kahve içelim mi? 


ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye...

odtü ve pazar

geçtiğimiz pazar günü, yani dün:) çok güzel bir etkinliğe katıldım... öyle bir pazar günü geçirdim ki yazmasam olmaz...

çok tatlı bir arkadaşım sayesinde haberim oldu, etkinliğin adı "ağaç tanıma gezisi" pazar sabahı dokuz buçukta  başlıyor, yaklaşık beş km lik bir yürüyüş ve üç saatlik bir zaman dilimini kapsıyordu. pazar sabahı yapılacak şey, miskin miskin pazar keyfi yapmak, gazeteleri uzun uzun okumaktı, bunlar bekledi ve ben etkinliği gittim, iyi ki gitmişim...



odtü'de bulunan yalıncak ormanının ev sahipleri olan ağaçları tanıdık, bu niyetle yola çıkan toplam seksen kişi vardı, dört gruba ayrıldık ve bu işi sadece gönüllü olarak uzmanlar eşliğinde, onlar kendilerine kolaylaştırıcı demeyi tercih ediyorlar, ben çember oluşumu ile ilgili biraz bilgim olduğu için aşinaydım bu kavramlara... sedir, karaçam, söğüt ağaçlarını gördük, tanımaya çalıştık, yapraklarını inceledik, ekosistem içerisinde hangi rolü olduğunu, hangi hayvanlara besin kaynağı sağladığını dinledik. yürüyüşün sonunda bostanda oturduk ve herkes yemeğini paylaştı, ne varsa elden ele gezdi, hep beraber yedik, fotoğraflara baktık, bugünlerde en ihtiyacımız olduğu şekilde, hepimiz kardeşmiş gibi... "



nazım hikmet in yazdığı eşsiz satırlar gibi... "yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim..."

o kadar güzeldi ki, yazarken gerçekten otuzikidiş oluyorum... tekrarlamayı düşünüyorlar, çocuğunuz varsa kesinlikle çocuğunuzla, yoksa bir arkadaşınızla, kimse gelmiyorsa tek başınıza da olsa katılın mutlaka... 

nasıl katılırım diyenler için işte ankara yaşam çemberi  ve kırsal çevre  nin sosyal medya adresleri... 

doğayı dinlemek yakınlaştırıyor insanı kendine ve fark ediyorsun ne kadar küçüksün dünya üzerinde...

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye

kadın ve birlik

biliyorum çok uzun zamandır sus kaldım, yazamadım, çok kötü şeyler olurken ülkemde yazdıklarımı yayımlayamadım, döndüm baktım geriye, en son yazdığıma, bu kadar zor zamanlarda,zor güzel şeyler yazmak... zamanlar değişmiyorsa da devam yazmaya dedim bugün ve uzun zamandır aklımda olan geçen günlerde instagram da paylaştığım ve bir çok dostumun beğenisinden cesaret aldığım, düşüncemi yazmaya cesaret buldum...

benim bir hayalim var....

tanıdığım ve tanıştığım ve bir şekilde etkileşimde bulunduğum tüm kadınları dahil eden....

bir kardeşlik projesi...



kimin neye ihtiyacı varsa, önce biz bize iyi geleceğimiz, kadının kadını kırmadığı, sert eleştirmediği, herkesin egosunu,kilosunu ve kocasını dışarıda bıraktığı bir kardeşlik projesi aklımda...

kadının kadına destek olduğu, beraber ne kadar güçlü olduğumuzu hatırladığımız, kadın elinin değdiği her şeyin çiçek açtığını hatırladığımız günleri hatırlatmak hayalim...

bu fikri geliştirecek her kişiye açığım,gelin beraber güçlü olalım, ben evimi ve ofisimi bu iş için açıyorum, kadın gücü için.... sadece Ankara  değil, artık imkanlar sınırsız katılmak isteyen kim varsa dahil olmaya bir skype bağlantısı yeter ulaşmaya... 

el ele, daha güzel yarınlara...




eğer senin de bir fikrin varsa, gel el elele gerçek kılalım hayalleri, yorum yaz, ben de varım de, biz beraber güçlüyüz...
ben herkes mutlu olsun isterim, 

öptüm, bye...

ted ve ara

yaşanan olaylar, yaşatılan olaylar o kadar kötü ve zor ki, içimden  hiç bir şey yapmak  gelmiyor. kendimi çocuklarını kaybeden annelerin yerine koyuyorum, nefes alamıyorum. 

ben herkes mutlu olsun istemiyorum bu sefer, barış istiyorum, güzel haberler duymak istiyorum, geleceği güzel olan bir ülkede yaşamak istiyorum. 

ted ve 13

bugün izlemeyi seçtiği ted videosu bir modele ait, Cameron Russell un 2012 yılında yaptığı konuşmayı dinledim. 




çook güzel bir kadının konuşmasına " görünüş her şey değildir" diye başladığını izledim, cümlenin samimiyetini düşünürken saniyeler içerisinde o seksi, siyah küçük elbiseli kadından, uzun etekli, sıradan bir hırkalı ve yine çok güzel kadına dönüştürdü kendisi. konuşmasını izledikçe ben samimiyetine inandım, imajım çok etkili ve aynı derece yüzeysel olduğunu söylüyor. ilk modellik deneyimlerinden birinde, henüz hiç erkek arkadaşı olmamışken erkek bir model ile çok samimi bir poz vermesi gerekiyor, o an ki hislerini, utangaçlıklarını, sanki en yakın arkadaşına anlatırmış gibi filtresiz anlatıyor, özellikle öncesi ve sonrası fotoğraflarına bayıldım. modellikle ilgili genel olarak akla gelen tüm soruları yanıtlıyor, nasıl olunur, ne kazanılır, bedava elbiseler verirler mi? 

konuşmayı farklı kılan bu güzel kadının ayrımcılık ile tespitleriydi, izlemenizi öneririm.

konuşmayı izlediğimde tuğba ünsal'a benzettim, güzellikten daha fazla bir şeylerin olduğunu bilen ve değer veren başka bir model. geçen haftalarda yayın hayatına başlayan "orıgınel" dergisinin bu hafta ki kapağında vardı ünsal.. röportajından çok beğendiğim bir cümle kaldı aklımda... 



"kim olursam olayım yine dertlerim ve mutluluklarım olacaktı, galiba en iyisi benim dertlerim, benim mutluluklarım, böyle iyi..."

dergiyi çok beğendim, ilk sayısını kaçırdığım için çok üzgünüm, eğer haftalık bir dergim olsun, hem dolu dolu olsun, hem kafamı dağıtayım işin stresinden uzaklaşayım, hem kafamın içi doldursun, beni harekete geçirsin diyorsanız, bayinizden ısrarla isteyiniz... ben sanal ortamda da dergi okumayı sevsem de, bu dergi koleksiyonluk olur bence, yayın ömrü uzun , tirajı yüksek olsun...

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm, bye...


ted ve 14

tedle21gün projesini gerçekten önemsiyorum, eve kaçta gelirsem geleyim, yazmadan uyumak istemiyorum, ki aslında sabahları berrak bir zihinle ilham verici bir konuşma dinlemeyi tercih ediyorum, ancak bazen saatler şaşıyor, gündüzler gece oluyor, uyumadan önce geliyor yine de aklımda.. bir alışkanlığın kazanılması 21 gün sürer derler, bu alışkanlığı kazanmak öğrenmek ve yazma isteğimi devam ettirmek istiyorum.

bugün izlediğim ted videosu teşekkür etmek üzerine, teşekkür etmenin iyileştiriciliği ve mutlu etmesi üzerine... bu konu üzerinde zaman zaman, sık sık, bolca düşünüyorum, konuşmada söylenenlerden farklı olarak teşekkür edilmesi gereken konular üzerine düşünüyorum. bir arkadaşım var, mesleği askerlik , geçen gün konuşurken, ben askerlerime iyi koştunuz diye teşekkür edemem, onların zaten görevinin bir parçası bu dedi, tıpkı plaza hayatı sürdüren bembeyaz yakalıların toplantıya zamanında gelmesi gibi, bunun için birim müdürü teşekkür eder mi? etmeli mi? yoksa belirtilen görev ve sorumlulukların yerine getirilmesi sadece bir sorumluluk mudur? karşılığını maaş bazında aldığın, her şeye teşekkür etmek teşekkürün değerini düşürür mü? değerini düşürür mü sanırım tam doğru tanım olmadı, tabiiki teşekkür etmek her şeye ve herkese kimse ve hiç kimsenin değerini düşürmez ama gerekir mi? gerçekten ciddi bir yardım olduğunda hissedilen tatmin ile, görev ve sorumlulukların için teşekkürü farklı mıdır? konuşmada özellikle teşekkür edilmek istediğiniz noktalara söyleyin diyor, eşinize, dostunuza, patronunuza..."neden ihtiyacımız olan şeyleri söylemek korkuyoruz" diyor, ben söylemeden gelen güzel yorumları daha çok sever tarafındayım. yaptığının fark edildiği, anlamlandırdığı ve yorumlandığı ... konuşma ise tam tersini söylüyor " korkma zayıf noktalarını söylemekten, başkalarının takdiri beklemekten." sezen aksu'nun şarkısı gibi "şarkı söylemek lazım ava avaz " kısmından anlatıyor...

ne olursa olsun, en minik hareket için eğer hissediyorsan kalbinde, teşekkür et, iyi ki varsın de, sen olmasan zor olurdu belki de olmazdı de, teşekkür et , anlamlı et...

bu yazı da, gezegen dahi kabul etmek istemediğimiz yüzünü yıllar yıllar sonra gördüğümüz sevgi dolu gezegen plüton a gelsin, teşekkür ederim plüton, kalbini bize gösterdiğin için...



ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm, bye...

ted ve 15

tedle 21 gün de bugün hayatımız olan teknolojik şeyleri kullanmaya dair harika ipuçları içeren sadece 5 dakika 44 saniyelik bir video izledim. 

konuşmasına , konuşmacı  "her riskli şey bir belge sahibi olmayı gerektiriyor, araba sürmek için, silah kullanmak için ve evlenmek için " diyerek başladı konuşmasında. herkesin bir şekilde bildiği ancak bilginin kullanımı pek yapmadığı on tane mini minnacık ipucu var. bilgisayar üzerine, akıllı telefonlar üzerine, sunumlar üzerine... 



hayatı kolaylaştırmak elimizde, tavsiye ediyorum, hem bilgilerinizi hatırlayacak hem de keyifli zaman geçireceksiniz. ben konuşmacıyı Türkiye'den çok büyük hayranı olduğum internet ekipler amiri Serdar Kuzuloğlu'nun tarzına benzettim, belki de sadece konuştukları konu teknoloji olduğunda belki de sadece hayranlığımdan...

eğer takip etmiyorsanız, ben mesaideyken, piknikteyken, alışverişteyken, kuafördeyken...  neler dünyada diyorsanız, dünyanızı sadece facebook, twitter, instagram ile sınırlandırmıyorsanız en azından her pazar günü saat 10.00 da yayına giren haftanın özetini kaçırmayın. benim için pazar gazetelerinin yerini çoktan aldı, bir kez deneyin eminim beğeneceksiniz, belki sonra bana teşekkür bile edersiniz :) 

bilgi paylaştıkça güzel,

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm, bye...

ted ve 16

bugün ted videolarından yaratıcılık ve yaratım süreci üzerine olan bu videoyu izledim.

konuşmacının süper eğlenceli olduğunu düşündüren bir mesleği var ancak çoğu meslekte olduğu  gibi gözüken ile yaşanan çok farklı... bir oyuncak firmasında çalıştığını düşün, ki bence çok eğlenceli , yeni oyuncakların üretilmesinden sorumlusun ve patronun sadece verileri analiz ederek yenilik yapmanı istiyor, seni bir çeşit senin uymadığın bir kalıba koymaya çalışıyor, sen sığmıyorsun, kabarıp kabarıp kenarlardan taşıyorsun, işte tam bu sıkışmışlık duygusun hakimken konuşmacıya, bir oyun gelir aklına, yaratıcılığı geliştiren ve patronu da mutlu eden, oyun aslında çok tanıdık bize, küçükken oynadığımız kelime oyunu vardı hani, ilk söylenen kelimenin son harfi ile başlayan yeni bir kelime söylerdik, son harf yeni kelimenin ilhamı olurdu, bu oyunun yaratıcılığa katkısını ve çıkan ürünleri görmek için videoyu izlemenizi öneririm, minik bir ipucu, gitar şeklindeki diş fırçasına bayıldım...

konuşmanın en sevdiğim cümlesi " saçma fikirler iyidir." 




oyunlar hayatı eğlenceli kılıyor, bir arkadaşımın bir oyunu vardı, belki başkaları da biliyordur o oyunu ama ondan öğrendiğim için benim için onun oyunu, şimdi çok görüşemesek de, güzel zamanar geçirdiğimiz... oyun şu, "k" harfi ile başlayan tüm hayvanları bulmaca, sözlük bakmaca, google yapmaca yok. zaten biz oyunu dört kişi eymir de kayıkta oynadığımız için bu imkanlarımız da pek yoktu, sanırım o gün iki saat hiç durmadan tüm listeyi bulmaya çalışmıştık, sonradan baktığımda "k" harfi ile başlayan yaklaşık 200 civarındaydı...

bu yazıyı okuyan herkes yorum olarak "k" ile başlayan bir hayvan yazarsa, belki buluruz 200 ü :) yazar burada yorum alma isteğini tekrar ve tekrar dile getiriyor :)

tatlı oyunlarla dolu günlerimiz olsun,

ben herkes mutlu olsun isterim ,

öptüm, bye...

ted ve 17

tedle21gün projesinde bugün david hoffman ın konuşmasını izledim...

ya sonra diyor konuşmada özetle, her şeyin dakikalar içinde olduğu bir felakette nasıl ayakta kalırsın? her felaket kişiye özeldir tıpkı Anna Karenine romanındaki gibi "“Mutlu ailelerin hepsi birbirine benzer; mutsuz ailelerin mutsuzluğuyla kendine özgüdür” cümlesi gibi... yıllarının geçtiği evin yandığını düşün,her şeyin kopyası olmayan filmlerin yok olduğunu düşün, seni sen yapan, sen olmanda payın olan her şeyin kül olduğunu... her şeyin dakikalar içinde olduğu ve yok olduğu sen bu olaydan sonra "kötü bir şeyi iyi bir şeyi dönüştürmek zorundasın " der miydin? diyebilir miydin? konuşmayı bunu yapabilen bir adam anlatıyor, eşi ve kızı ile kalan anıları toplamaya çalışan, belki de şimdi daha değerli olduğuna inanan... 























aslında hayat ona verdiğimiz anlamdan ibaret değil mi? mutlu ve mutsuz olmak bilinçli bir seçim değil mi? onun kadar zengin ve güzel değilim ile bu kadar güzel ve bu kadar param olduğu için teşekkür ederim arasında ki fark nedir? sadece bir bilinç, algı oyunu mu? herkesin mutluluğu kendi neyse, mutlu olmak bizim elimizdeyse, neden mutluluğu seçmiyoruz? uyandığım her gün için, nefes aldığım her gün için, tek başıma tuvalete gidebildiğim her gün için, yürüyebildiğim her adım için teşekkür ederim.

geleceğimi garantileyecek pek bir şeyim yok hayatta, bazen çok yalnız hisediyorum kendimi, ve sonra güneş doğuyor ve yeni bir gün başlıyor, konuşmadan aklımda bu cümle kalıyor...

"her zaman bugünü yaşadım, geleceğe değer verdim"

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm, bye 

ted ve 18

içimden bir ses, yazılarımın çok okunmadığını söylüyor, içimden gelen diğer ses ise boşver, okumasınlar sen yazmaya devam et diyor, terazi burcu olmanın tüm özelliklerini hayatımın her alanında yaşıyorum :) 

bugün için izlemeyi seçtiğim ted videosu  konuşmacısı Jenna McCarthy izlerken kafamda uzun zamandır düşündüğüm "evliliğe motive eden nedir?" sorusunun cevabını bulmaya yakınlaştım :)

izlerken aklımda kalınlar, eğer çocukluk fotoğraflarınızda (dijital makinelerin olmadığı her pozun aşırı değerli ve maliyetli olmadığı zamanlarda) gülümseyen ve mutlu pozlarınız varsa boşanma olasılığınız diğer insanlara göre daha azmış ancak çevrenizde boşanan arkadaşlarınız varsa, boşanma olasılığınız yüzde 75 oranında artabiliyormuş. ayrıca videoda izlediğim ve en çok aklımda kalan evlendiğimiz takdirde eşimizi ceza evinde ziyaret edebiliyormuşuz: konuşmacının kendi evliliğinden örnekler vermesi ile tatlı, gülümseten bir konuşma olmuş .



bu konuşmayı izleyince aklıma,geçen haftalarda izlediğim başka bir video geldi, videoda evlenme kararı almış çifti, makyaj ile yaşlandırarak 10 yıl, 20 yıl sonrasında ki fiziksel durumlarını canlandırıyorlar, çok duygusal bir video...

ben mi evlilik konusunda ne düşünüyorum? açıkcası çocukluk fotoğraflarımın çoğunda çok mutluymuşum, şansıma güveniyorum, aşka inanıyorum.





ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye


ted ve 19

tedle 21 gün projesinde bugünün videosu konuşmacısı Hannah Brencher 

konuşmasında beni en etkileyen yaptığı işe duyduğu tutkuydu, o kadar içten anlatıyor ki, sadece 5 dakikanızı ayırın ve dünyanın daha iyi bir yer olması için ne yapabileceğinizi düşünün. Hannah annesi ile iletişimi sağlayan eski iletişim aracı sürdürüyor, mektuplaşıyor, sms, whatsapp, facebook, twitter gibi sosyal medya kanallarında sınırlı karakterler yerine el yazısı ile uzun uzun anlatıyor. ve sonra bir gün New York a taşındığında minik bir mutsuzluk çöküyor üzerine, ne yapsam ne etsem derken, başkalarına yardım ederek kendini tedavi edeceğini keşfediyor. şehrin her yerine yabancılara yazılmış aşk mektupları bırakıyor, en çok ihtiyacımız olan şey sevgi değil mi? kimden geldiği, nasıl geldiği değil nasıl hisettirdiği kalmıyor mu aklımızda... mektup işini bloguna yazıyor ve diyor ki, videoyu izleyerek onun anlatımıyla öğrenin devamını :) 



aynı anda 6 farklı sohbet penceresi açıkken, en uzun konuşmaların ekrandan olduğu zamanlara inat posta kutusunu kontrol etmek için bahaneler yaratan kadın, bana çok ilham verdi. karşımızdakini mutlu etmek için çok bir şeye ihtiyacımız yok, niyetten başka.

bir başka kadın daha var, ben tek başıma ne yapabilirim ki, demeyen ve bence dünyaları değiştiren bir süper kahraman o, onunla da tanışın istiyorum, Aynsoupkitchen  bir dondurma ısmarlamaz mısınız? süper kahramanların da desteğe ihtiyacı var... 



herkes için, tüm dünya için, kendimiz için yapabileceğimiz çok şey var, niyetin var mı?

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye...

ted ve 20

tedle 21 günde bugün, hangi videoyu dinleyeceğimi seçerken günlük ruh halim yönlendiriyor beni, dünden aklımda kalanlara göre bakıyorum başlıklara, keyfime göre seçiyorum, bugün ne öğrensem sorusunun cevabını arıyorum. 

bugün dinlemek üzerine bir video izledim, dinledim.  Konuşmacı Julian Treasure , 5 dakikalık minik bir konuşma yapıyor, ve konuşmasına dinleme yetimizi kaybediyoruz diyerek başlıyor. iletişimde yüzde 60 lık oranın dinlemeye ayrıldığı ancak sadece dinlediklerimizin yüzde 25 i akılda tuttuğumuzu söylüyor. dinlediğimiz şeylerin ağırlıklı olarak farklılıklar olduğunu belirtiyor. pembe gürültüye (sırf adında pembe olduğu için aklımda kalmış olabilir :) 2 dakikadan fazla maruz kalınca bu sesi artık duymadığımızı söylüyor. 

etkili dinleme için 5 minik alıştırmayı anlatıyor konuşmasının sonunda, içinde benim hiç dayanamadığım sesler olan kahve makinesi, bulaşık makinesi dinlemek gibi değişik öneriler var. 

beni konuşmasında en çok etkileyen cümlesi " dinlemek için niyet önemlidir." ve eşine evlenirken verdiği söz " seni sanki her gün ilk kez dinliyormuş gibi dinleyeceğime söz veriyorum."



dinlemek önemli ve değerli, ben şöyle düşünüyorum karşımdakini dinlerken, ben kendi söyleyeceklerimi biliyorum ve karşımdakinin düşüncesini bilmiyorum, bazen tekrar tekrar anlatılan hikayeleri ilk kez duyuyormuş gibi heyecanla sonuna kadar dinliyorum, biliyorum ki o hikaye özel olduğu için defalarca anlatılmak isteniyor, ne gerek var, bunu anlatmıştın demeye, anlatmak isteyenin hevesini kırmaya... 

dinleyeninizin bol olacağı, etkili dinlemeyi öğreneceğimiz günlere...

ben herkes mutlu olsun isterim.

öptüm, bye

ted ve 21

bu aralar sık sık yeni kararlar alıyorum, aldığım kararları çok beğeniyorum, nasıl yapacağımı biliyorum, gidiş yolu elimde taa ki sabah oluncaya kadar, gece uyumadan önce aldığım tüm o süper kararlar yerini sıkıcı, zararlı ve hücrelerime yapışmış alışkanlıklarıma bırakıyor, sabah kahvaltıda cola içiyorum, evet bu yazıyı okurken söyleyeceğiniz her şeyi biliyorum, aldığım kararları erteliyorum, televizyonda tüm kafa boşaltıcı, hatta hücre öldürücü şeyleri izliyorum ve çok zevk alıyorum taa ki temmuz gelene kadar, yeni yılın ilk altı ayı bitmişti bile, tabii ki hiç bir şey yapmamış değildim ama yaptıklarım yeterli de değildi, neden düşündüğüm şeyleri hayata geçiremediğimi de uzun bir süre düşündüm, bunu çeşitli bilim insanlarına danıştım, cevabı kendim buldum, sadece tembeldim, alışkanlıklarıma bağlıyım, peki o zaman o alışkanlıkların yerine yeni bir alışkanlık koysam diye düşünürken o çıktı karşıma, Ted konferanslarını zaten takip ediyordum ve hatta katılmıştım, yazısını okumak için..  Ted'le21 gün projesi, projenin amacı yeni bir alışkanlık kazanmak için gerekli olan 21 günlük süreyi yeni bilgiler öğrenerek geçirmek, hem de her gün yazılması beklenen yazılar ile disiplini sağlamak... Projenin sosyal medya adreslerini veriyorum. Ben twitter den takip etmeye başladım, ancak tüm sosyal medya kanallarında mevcutlar...



ve Ted'le 21 gün projemin ilk videosu, ilk yazısı ve bana düşündürdükleri 

Video, videonun konuşmacısı nın bilgilerini verdikten sonra sıra geldi, izlerken aklımdan geçenlere.. 

her zaman başarı hikayeleri dinliyoruz, yaptı ve oldu, milyoner oldu, bir gün bir gece de her şey aniden oldu, nasıl olmadığını bilmiyoruz, o yüzden de olmayınca vazgeçmek kolay oluyor, bir gecede olmadığına göre olmayacak diye. video hayallerinizi gerçekleştirmemenin 5 yolunu anlatıyor, nasıl başarısız olunurun 5 maddesi...




öncelikle tüm başarı hikayelerinin sadece 1 gecede var olduğuna inanalım, o bir gecenin arkasında ki çalışma,emek, zaman,yanılmalar, yanlışları hiç görmeyelim, düşünmeyelim, bir gecede bulunan mucize buluşlara inanalım. bu bir gece hikayesi aklıma mirkelam ın ilk klibini geldi, hani koşan klibinde bir gecede ünlü olan adam diye haberlere konu olmuştu,bir kliple bir gecede :)  başarısız olmanın ikinci sırrı, başkasının sana, senin kendine yapabileceğin yardımdan daha fazlasını yapabileceğine inanmak, beklemek, istemek... hayallerinin kaderini başkalarının kararlarına bırakmış üçüncü sır, ilerleme kaçınılmazsa sabit kalabileceğine inanmakmış,büyümek yerine durmak, başka yolları denemek yerine yolda el frenini çekip yolun ortasında durmakmış. dördüncü formül, suçu hep başkasında aramakmış, ürünüm iyi ama yatırımcı bulamıyorum, ürünüm iyi ama satın almıyorlar, bir şeyler olmuyorsa vardır kişide de bir hata payı, piyasa ne kadar kötü olursa olsun, her zaman birileri başarılı olur.son maddede ise önemli olanın sadece hedefler olduğuna inan diyor, süreci boş ver, yola asla odaklanma, sadece varış noktasını düşün, o noktaya vardığında hemen bir başka noktayı hedefle diyor başarısız olmak istiyorsun. 

videodan en beğendiğim cümle " hayallerinizi alıp onları gerçekleştirmek sizin sorumluluğunuzdadır, onları gerçekleştiremezseniz, hata kimsenin değil, sizindir, hayallerinizin sorumluluğunu üstlenin" 

bu video bana bu senenin başında okuduğu bir kitabı anımsattı, kişinin kendi kendini nasıl sabote ettiğini anlatan...




kendi kendimizi motive ettiğimiz, hayallerimizin sorumluluğunu aldığımız ve yeni, yararlı alışkanlıklar kazandığımız, kazanmaya çalıştığımız günlere...

bu yazımın altına yorum yaparsanız, beni hem çok mutlu eder, hem de motive edersiniz :)

ben herkes mutlu olsun, isterim...

öptüm,bye..

kutu ve mutluluk

ben hayallere inanırım,hayalleri sağlam temellere oturtup, gerçekleştirmeye inanırım, yapılan işin mutluluk vermesi gerektiğini düşünenlerdenim...
birileri daha düşünmüş bu işi ve son zamanlarda en beğendiğim, bayıldığım, neden benim aklıma gelmedi diye hayıflandığım, çok uzun ömürlü olması çok istediğim bir projeyi anlatacağım... 

kim sevmez ki hediye almayı? gelen hediyenin şaşırtması, o güzel surat ifadesini yaşatmayı ve yaşamayı... beklemeye gerek yok birisinden gelsin diye hediye, kendine bir hediye al bugün, içeriğini sen bile bilme, teması olsun her ayın, içinden çıkanlar sana sürpriz olsun... 



gerçekten çok beğendiğim bir proje, bi kutu mutluluk 

ben şubat ayında aşk paketini aldım,  sonrasında üç aylık abone oldum, melek kutuma bayıldım, limonata kutumu sabırsızlıkla bekliyorum. içinden çıkanların hepsi tasarım ürünü, fabrikasyon hiç bir şey yok, mutluluk yaratmak için hazırlanmışlar, yola çıkmışlar... 

ben kendime gönderiyorum her ay, içine de bir not yazıyorum, benden bana gelen, sen dilersen şaşırtmak istersen sevdiklerini onlara gönder, her ayın ilk haftası içinde kapı çalınıyor ve içeriye bi kutu mutluluk doğuyor... 



ne hediye alsam diye düşünme, düşünenleri bul :) 

uzun ömürlü olsun, bikutumutluluk her yere yayılsın...

*fotoğrafları bikutumutluluk sitesinden aldım, ben mutluluktan ve içinden neler çıkacak heyecanından fotoğraf çekmeyi unutmuşum... 

ben herkes  mutlu olsun isterim ,

öptüm, bye 

zaman ve hız

hızlı geçiyor zaman.. bu aralar dileklerimin arasında sıklıkla yer alıyor gününü 26 saate çıkarabilmek...

aslında yazmak istediğin tonlarca şey, anlatmak ,istediğim, dönüp dolaşıp kendimi bulmak istediğim, erteliyorum, zorunda kalıyorum, yetiştirmek için koşuyorum...

ne mi yapıyorum? pek yakında çok detaylı anlatacağım, ertelemiyorum sadece her şeyin kusursuz olmasını bekliyorum, ki biliyorum hiç bir zaman kusursuz olmayacak herkes, en yakın zamanda özel bir yazıda nedeni, niçin, nasılı ile anlatacağım. 




hafta sonu antalya'ya gittim, giderken havanın yağışlı olması ihtimaline karşı tatlı arkadaşlarım çok uyardı, neyin olursa olsun veya ne olursan ol havayı değiştiremiyorsun, en fazla bulunduğun yeri değiştirme ihtimalin var, olanakların dahilinde.. hava ve zaman herkesi eşit, nasıl değerlendirdiğin senin elinde,yağmurda yürümek mi,arabaya binmek mi,güneşlenmek mi,gölgelenmek mi? hayat seçimlerden ibaret, yaptığın her seçim yeni bir sapak... 

geçen gün gazetede metin hara'nın yazısını okudum, anlattığı, ona aktarılan hayat dersi çok  anlamlı, yazıyı okumak için linke, popüler olduğu gibi ana fikri okusam yeter bana diyenler içinse  son cümle yeterli , "insanın işi öyle bir hal alır ki, 1 saat daha 1 saat daha derken, koca bir yaşamı feda edersin, önceden o bileti anlayamadıysan, hiçbir zaman o uçakta oturup, o tatile çıkamayacaksın.bugün dinlen derler sen yarın dersin, bilmezsin ki yarınlar hiç gelmez..." 

bugün haziran ayının ilk günü, hem pazartesi hem kandil.. ne güzel bir gün yeni başlangıçlar yapmak için, adım atmak için, koşmak için, ben yeni ayın hepimize çok uğurlu geleceğine inanıyorum, güzel haberler getireceğine, herkesin yüzünü güldüren bir ay olacağına inanıyorum, inanmak önemli :) 



ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye...

meyhane ve tiyatro


bir meyhane düşünün, sahnesinde tiyatro oynanıyor... ilk içkiler geldikten sonra "ali kemal" tiradı ile bir kadın sahneye yürüyor ve o an, sahne meyhanenin arka yüzü oluyor, meyhane sahibi sahnede, ramiz abi, hanım abla, bitirim garson ali kemal sahnede... hikayeler anlatılıyor...



mekan "eşref vakti" tatlı, küçük bir meyhane,bilet ücreti 40TL, içinde 2 kadeh içecek ve 4 çeşit meze içeriyor, sahnede tiyatro... biz biraz menünün dışına çıkarak ekstra yaprak ciğer, ki çok lezzetliydi ve bir vazgeçilmez tereyağında karides söyledik, mezeler ve servis on numara, sahnede ki oyunu bölmeden, mümkün olan en az görünürlükle servis gerçekleşiyor. 

sahnede oyun sırasında oyuncular da meyhanenin tadına varıyor, bir kaç duble içki oyun dekoru oluyor, bitiriliyor, seyircilerin görmediği bir şekilde bir kanun konmuş, canlı, "hadi guguk kuşum çal" deyince kimi zaman "ankara'nın bağları" kimi zaman " nasıl yakalamıştım gözlerinde baharı" çalıyor.

meyhane muhabbeti bellidir, aşk gelir masaya, gider, gelir, söz ettirir hakkında,konuşulur, konuşturur aşk hakkında, rakı kültürü hakkında, rakının yanında eğlenceli bir zaman geçirmek için güzel bir seçim.

oyuncular bir ankara ekibi, yaklaşık 20 hafta boyunca aynı yerde aynı oyunu sahneleyecekler, sahneden seyircilere minik laf atmalar, doğaçlama espriler için, farklı bir gece yaşamak isterseniz, öneriyorum... 



giderseniz, bey babaya selamımı söyleyin umarım kavuşur kokoş genç sevgilisine :) 

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm, bye...